29 Ağustos 2016 Pazartesi

Ufak kaçamaklar köşesinde bu hafta: Salzburg

Hepinize merhabalar. Aslında bloga sık sık yazmam gereken bi dönemde olsam da pek vakit ayıramıyorum diyebilirim. 6-7 yazı yazsam anca anlatabileceğim şeyler birikti. Ben de bi yerde başlayayım deyip Bratislava seyahatimden söz edecektim fakat o kadar memnun olmamışım ki yazarken isteğim kaçtı. O yüzden ikinci bi seyahatimi bekledim ve şimdi Salzburg yazımla sizlerleyim. Klasik müzikle yakından ilgilenmeye başladığım son 5-6 senedir Salzburg’un yeri tabi ki Mozart’tan dolayı bende farklı. Çok uzun zamandır da görmek istediğim bi şehirdi, nihayet bu sene gidebildim.
Bratislava’ya otobüsle gitmiştim, bu sefer treni tercih edip Westbahn’dan gidiş dönüş biletimi aldım. Herhangi bi Avusturya üniversitesinde kalıcı öğrenci olmadığım için maalesef öğrenci indiriminden yararlanamadım(Misafir öğrenci olarak geçtiğim için Viyana içi ulaşımda da öğrenci indirimi yapmıyorlar). Gidiş dönüş toplam 50€’ya bilet aldım, ilk başta çok gibi geliyor ama trenin konforu ve hızını düşününce kesinlikle değdiğini düşünüyorum.
Bi yandan dışarıyı izleyip bi yandan müzik dinlerken trende kahvaltımı ettim, aynı zamanda da yazının bu kısmının taslağını oluşturdum.



Yaklaşık 2.5 saatlik bi yolculuğun ardından 10 civarı Salzburg’taydım. Küçük bi şehir olduğunu bildiğim için tren istasyonu şehir merkezinde olmasa da yürüyerek gitmeyi tercih ettim. Yaklaşık 15 dakikalık bi yürüyüşten sonra Mirabell sarayının bahçesine vardım. Viyana’da Schönbrunn sarayının bahçesine sık sık gittiğim için alışmışım, Mirabell onun yanında yavrusu gibi bi şeydi. Olumsuz anlamda söylemiyorum yanlış anlaşılmasın fakat Viyana’dan sonra herhangi bi şehirden aynı hazzı alabilmeyi beklemek mümkün olmasa gerek.


Mirabell’de gezinip fotoğraf çekme merasimimi tamamladıktan sonra Salzach nehrinin kıyısına geldim. Fotoğraflarda görmüştüm tabi ama bu kadar güzel olduğunu tahmin etmiyordum. 


Biraz yürüdükten sonra Google Maps’te önceden işaretlemiş olduğum noktalara ne kadar uzaklıktayım diye kontrol ettim. Özellikle gitmek istediğim iki müze vardı. En yakın olan Mozart Wohnhaus imiş, ondan başladım. Kronolojik olarak tersten başlamış oldum ama olsun.

Mozart Wohnhaus ailenin ilk evleri küçük gelmeye başlayınca taşındıkları ev. İkinci dünya savaşında epey hasar görmüş, rekonstrüksiyonu ‘96da tamamlanmış ve ikinci bi Mozart müzesi haline gelmiş. Mozart’ın Viyana’da kullandığı kemanı, fortepiano, organ, klavsen gibi özel koleksiyonun parçası önemli enstrümanlar da burada sergileniyor.


 Maria Anna(kız kardeşi), Leopold(babası), Anna Maria Mozart(annesi)’a ait odalar, özel eşyalar, mektup ve belgeleri görebilirsiniz. Çoğunlukla orijinal el yazması mektupların olması dikkat çekici. W.A. Mozart’ın ömrünün büyük kısmı yolculukla geçtiği için e o zaman da bi whatsapp, bi viber olmadığı için çok fazla mektuplaşılmış. Müzik tarihinin gün yüzüne çıkarılması anlamında bu belgeler epey önem teşkil ediyor. Şu ana kadar Mozart ile ilgili okuduğum kitaplar, yaptığım araştırmalarda hep bu belgelerden alıntı yapılıyor, bu belgeler referans gösteriliyor.


Kız kardeş Maria Anna-aile içindeki adıyla Nannerl’in odasını gezerken aklıma onunla ilgili şimdiye kadar düşünmediğim bi şey geldi. W.A. Mozart hep ablasının yeteneğinden, çok iyi piyano çaldığından bahsediyor. Baba Mozart’ın da kızına temel müzik eğitimi verdiğini biliyoruz. Hatta oğlu ve kızı küçük yaşlardayken onları değişik şehirlere götürüp yeteneklerini sergileme fırsatı veriyor baba Mozart. Ama ne hikmetse Nannerl kompozisyon öğrenmek istediğinde bu kadınların yapabileceği bir şey değil cevabını alıyor babasından(zaten o dönemlerde de müzik akademisine kadınlar alınmıyor).  Erken zamanlarda kendisi de üne kavuşuyor hatta 18. Yüzyılın kadın bestecileri arasında yerini alıyor ancak ilerki yıllarda “evlenme yaşına” geldiği gerekçesiyle müzik kariyerine devam edemiyor. W.A. Mozart diğer şehirlere seyahatlerine devam ederken-annelerinin de ölümüyle birlikte- ev işleri Nannerl’e kalıyor.
“She was always overshadowed by her brother” diye yazıyor bi açıklama kutucuğunda.
Evet, W.A. Mozart’ın dahi olduğunu biliyoruz. Nannerl onun kadar dahi miydi bilemiyoruz ama o dönemde bi kadın olarak sesinin duyurabilmiş, kendini nispeten kabul ettirip duyulmuş, yeteneği, çabası ve isteği olduğunu biliyoruz. O halde neden yazdıkları gibi “kardeşinin gölgesinde kalmış”? Neden Mozart denildiğinde akla Maria Anna Mozart değil de Wolfgang Amadeus Mozart geliyor-ya da neden ikisi birden gelmiyor? Varacağımız sonuç kuşkusuz “dönemin şartları” ve erkek egemen toplum düzeni olacak. Tıpkı Virginia Woolf’un yaklaşık 100 yıl önce Shakespeare’in kız kardeşi olsaydı ne olurdu diye sorduğu ve açıkladığı gibi…
Yani durum böyleyken “Neden kadın besteci yok?” diyerek son derece geçersiz bi argümanla kadınların zekasını hafife almaya çalışmaktansa “Neden önleri kesilmiş, yeterli imkan sağlanmamış?” diye sormak daha doğru. Fakat Woolf’un da dediği gibi, bu yüzyıl kadınların olacak.

Evet, feminist duyguları pekiştirdikten sonra Wohnhaus’a dönüyorum. Müzenin bir bölümü de aynı şekilde besteci olan W.A Mozart’ın oğlu Franz Xavier Mozart’a ayrılmış. Ayrıca W.A.Mozart’ın seyahatlerini anlatan, neden seyahat etti, nerelere gitti, ne kadar sürdü vb. sorular ve cevapları içeren 1-2 dakikalık kısa videolar yapılmış. Bilgilerimi tazeledikten sonra çok da oyalanmadan ayrıldım, malum günübirlik geldiğim için zaman önemli. Salzach nehrinin karşı kıyısına geçip 2. Durağım olan Mozart Geburtshaus’a geldim. 


Biletimi alıp üst kata çıktım(Bu arada iki müze için kombine bilet alırsanız daha uygun fiyata geliyor). Normal müzelerden farklı olarak sesli rehber olmamasının yanında ilk katta ücretsiz wifi köşesi var, buradan ücretsiz olarak müzenin uygulamasını indiriyorsunuz isterseniz. Fakat ekstra bilgi yok, zaten aynıları duvardaki kutucuklarda yazıyor, sesli rehber de mevcut değil. Dil seçenekleri var ama Türkçe olmadığı için pek de değişen bir şey yok, telefondan bakacağınıza duvarda yazılanı okumak daha mantıklı. 





W.A. Mozart’ın çocukluğunda kullandığı yaklaşık yarım-çeyrek arası kemanı, aileye ait mektuplar, en ilginci de seyahatleri sırasında kullandıkları bazı eşyalar, aile bireylerinin ve kendisinin portreleri, onların adına yapılmış çeşitli resimler, nota karalamaları, çeşitli özel eşyalar bu müzede.









Sihirli Flüt operasının '91 Brüksel temsilinden bi sahnenin dekoru

En üst kattaki turlarını bitirenler için bilgisayar odası gibi bir şey var, isteyenler gidip belirli eserleri dinleyip eser hakkında derin ve ayrıntılı bilgi alabiliyor. Ayrıca bi katı da Mozart ve Opera olarak isimlendirip Mozart'ın operalarıdan çeşitli sahnelerin maketlerini, afişlerini, dekor örneklerini koymuşlar, dilerseniz kısa videolardan da bilgi alabiliyorsunuz. Müzeden çıkmadan son uğradığınız durakta da 18. yüzyılın Salzburg'unun gelenekleri, yaşam tarzı vb konularda bilgi alıp en sonda orjinale en yakın şekilde döşendiği söylenen odayı görebilirsiniz.



Çıktığımda dönüş trenime yaklaşık 3-4 saat vardı. Amacım da belli başlı tarihi kiliseleri görüp, şehir manzarasını görebileceğim Hohensalzburg kalesine çıkıp en son bi cafede apfelstrudel yemekti. Fakat bütün gün neredeyse hiç oturmadığım ve toplu taşıma kullanmadığım için daha fazla yürümeye mecalim kalmadı, zamanım da kısıtlı olduğu için bi yerlerde oturma fikrimi gerçekleştiremedim. 

Hangi kiliseden olduğunu hatırlayamadığım tavan detayı

Salzburg katedrali, St. Peter's kilisesi ve Franciscan kilisesine gittikten sonra ufak bi kaç hediyelik alıp-çok geç kalmamak gerekiyor, 6-7den sonra her yer kapalı- kaleye çıkmaya başladım. 


Epey gittikten sonra fark ettim ki kaleye giriş ücretli ve müzeyi de kapsıyor. Yeterli zamanım olmadığı için tepeye çıkmaktan vazgeçtim ve yavaş yavaş aynı yoldan geriye dönüp Salzburg'da ilk uğradığım yer olan Mirabell bahçelerine geldim. Daha fazla yürümeye mecalim olmadığı için mecburen otobüse binip tren istasyonuna geldim.

Tepeye çıkamamış olsam da kaleden Salzburg manzarası

Trende de geçirdiğim günü düşünüp notlar alırken Salzburg için yalnızca bir gün ayırmakla hata ettiğimi fark ettim. Kesinlikle en az 2 günü hak eden bir şehir-ki eğer booking.com ile bi kaç hafta önce yaşadığım talihsizlik olmasaydı bir gece konaklamayı düşünüyordum. Fiziksel yorgunluğuma rağmen "ölmeden önce yapılacaklar" listemden bi kaç şeyi daha çıkarmanın huzuruyla müzik dinleyip blog yazımın taslağına devam ederek tren yolculuğumu tamamladım.

Bratislava hayal kırıklığımın ardından Salzburg beni tam anlamıyla tatmin eden bir şehir oldu. Bu yazının bi başlangıç olmasını ve Viyana'daki diğer müzelerden izlenimlerimi yazmaya devam etmeyi umuyorum,
Sevgilerle.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder