Hepinize merhabalar. Aslında bloga sık sık yazmam gereken bi
dönemde olsam da pek vakit ayıramıyorum diyebilirim. 6-7 yazı yazsam anca
anlatabileceğim şeyler birikti. Ben de bi yerde başlayayım deyip Bratislava
seyahatimden söz edecektim fakat o kadar memnun olmamışım ki yazarken isteğim kaçtı. O yüzden ikinci bi seyahatimi bekledim ve şimdi Salzburg yazımla
sizlerleyim. Klasik müzikle yakından ilgilenmeye başladığım son 5-6 senedir
Salzburg’un yeri tabi ki Mozart’tan dolayı bende farklı. Çok uzun zamandır da
görmek istediğim bi şehirdi, nihayet bu sene gidebildim.
Bratislava’ya otobüsle gitmiştim, bu sefer treni tercih edip
Westbahn’dan gidiş dönüş biletimi aldım. Herhangi bi Avusturya üniversitesinde
kalıcı öğrenci olmadığım için maalesef öğrenci indiriminden
yararlanamadım(Misafir öğrenci olarak geçtiğim için Viyana içi ulaşımda da
öğrenci indirimi yapmıyorlar). Gidiş dönüş toplam 50€’ya bilet aldım, ilk başta çok
gibi geliyor ama trenin konforu ve hızını düşününce kesinlikle değdiğini
düşünüyorum.
Bi yandan dışarıyı izleyip bi yandan müzik dinlerken trende
kahvaltımı ettim, aynı zamanda da yazının bu kısmının taslağını oluşturdum.
Yaklaşık 2.5 saatlik bi yolculuğun ardından 10 civarı Salzburg’taydım.
Küçük bi şehir olduğunu bildiğim için tren istasyonu şehir merkezinde olmasa da
yürüyerek gitmeyi tercih ettim. Yaklaşık 15 dakikalık bi yürüyüşten sonra
Mirabell sarayının bahçesine vardım. Viyana’da Schönbrunn sarayının bahçesine
sık sık gittiğim için alışmışım, Mirabell onun yanında yavrusu gibi bi şeydi.
Olumsuz anlamda söylemiyorum yanlış anlaşılmasın fakat Viyana’dan sonra
herhangi bi şehirden aynı hazzı alabilmeyi beklemek mümkün olmasa gerek.
Mirabell’de gezinip fotoğraf çekme merasimimi tamamladıktan
sonra Salzach nehrinin kıyısına geldim. Fotoğraflarda görmüştüm tabi ama bu
kadar güzel olduğunu tahmin etmiyordum.
Biraz yürüdükten sonra Google Maps’te
önceden işaretlemiş olduğum noktalara ne kadar uzaklıktayım diye kontrol
ettim. Özellikle gitmek istediğim iki müze vardı. En yakın olan Mozart Wohnhaus
imiş, ondan başladım. Kronolojik olarak tersten başlamış oldum ama olsun.
Mozart Wohnhaus ailenin ilk evleri küçük gelmeye başlayınca
taşındıkları ev. İkinci dünya savaşında epey hasar görmüş, rekonstrüksiyonu
‘96da tamamlanmış ve ikinci bi Mozart müzesi haline gelmiş. Mozart’ın Viyana’da
kullandığı kemanı, fortepiano, organ, klavsen gibi özel koleksiyonun parçası önemli
enstrümanlar da burada sergileniyor.
Maria Anna(kız kardeşi), Leopold(babası),
Anna Maria Mozart(annesi)’a ait odalar, özel eşyalar, mektup ve belgeleri
görebilirsiniz. Çoğunlukla orijinal el yazması mektupların olması dikkat
çekici. W.A. Mozart’ın ömrünün büyük kısmı yolculukla geçtiği için e o zaman da
bi whatsapp, bi viber olmadığı için çok fazla mektuplaşılmış. Müzik tarihinin
gün yüzüne çıkarılması anlamında bu belgeler epey önem teşkil ediyor. Şu ana
kadar Mozart ile ilgili okuduğum kitaplar, yaptığım araştırmalarda hep bu
belgelerden alıntı yapılıyor, bu belgeler referans gösteriliyor.
Kız kardeş Maria Anna-aile içindeki adıyla Nannerl’in
odasını gezerken aklıma onunla ilgili şimdiye kadar düşünmediğim bi şey geldi. W.A. Mozart
hep ablasının yeteneğinden, çok iyi piyano çaldığından bahsediyor. Baba
Mozart’ın da kızına temel müzik eğitimi verdiğini biliyoruz. Hatta oğlu ve kızı
küçük yaşlardayken onları değişik şehirlere götürüp yeteneklerini sergileme
fırsatı veriyor baba Mozart. Ama ne hikmetse Nannerl kompozisyon öğrenmek
istediğinde bu kadınların yapabileceği bir şey değil cevabını alıyor
babasından(zaten o dönemlerde de müzik akademisine kadınlar alınmıyor). Erken zamanlarda kendisi de üne kavuşuyor
hatta 18. Yüzyılın kadın bestecileri arasında yerini alıyor ancak ilerki
yıllarda “evlenme yaşına” geldiği gerekçesiyle müzik kariyerine devam edemiyor.
W.A. Mozart diğer şehirlere seyahatlerine devam ederken-annelerinin de ölümüyle
birlikte- ev işleri Nannerl’e kalıyor.
“She was always overshadowed by her brother” diye yazıyor bi
açıklama kutucuğunda.
Evet, W.A. Mozart’ın dahi olduğunu biliyoruz. Nannerl onun
kadar dahi miydi bilemiyoruz ama o dönemde bi kadın olarak sesinin
duyurabilmiş, kendini nispeten kabul ettirip duyulmuş, yeteneği, çabası ve
isteği olduğunu biliyoruz. O halde neden yazdıkları gibi “kardeşinin gölgesinde
kalmış”? Neden Mozart denildiğinde akla Maria Anna Mozart değil de Wolfgang
Amadeus Mozart geliyor-ya da neden ikisi birden gelmiyor? Varacağımız sonuç
kuşkusuz “dönemin şartları” ve erkek egemen toplum düzeni olacak. Tıpkı
Virginia Woolf’un yaklaşık 100 yıl önce Shakespeare’in kız kardeşi olsaydı ne
olurdu diye sorduğu ve açıkladığı gibi…
Yani durum böyleyken “Neden kadın besteci yok?” diyerek son
derece geçersiz bi argümanla kadınların zekasını hafife almaya çalışmaktansa
“Neden önleri kesilmiş, yeterli imkan sağlanmamış?” diye sormak daha doğru.
Fakat Woolf’un da dediği gibi, bu yüzyıl kadınların olacak.
Evet, feminist duyguları pekiştirdikten sonra Wohnhaus’a
dönüyorum. Müzenin bir bölümü de aynı şekilde besteci olan W.A Mozart’ın oğlu
Franz Xavier Mozart’a ayrılmış. Ayrıca W.A.Mozart’ın seyahatlerini anlatan,
neden seyahat etti, nerelere gitti, ne kadar sürdü vb. sorular ve cevapları
içeren 1-2 dakikalık kısa videolar yapılmış. Bilgilerimi tazeledikten sonra çok
da oyalanmadan ayrıldım, malum günübirlik geldiğim için zaman önemli. Salzach
nehrinin karşı kıyısına geçip 2. Durağım olan Mozart Geburtshaus’a geldim.
Biletimi alıp üst kata çıktım(Bu arada iki müze için kombine bilet alırsanız
daha uygun fiyata geliyor). Normal müzelerden farklı olarak sesli rehber
olmamasının yanında ilk katta ücretsiz wifi köşesi var, buradan ücretsiz olarak
müzenin uygulamasını indiriyorsunuz isterseniz. Fakat ekstra bilgi yok, zaten
aynıları duvardaki kutucuklarda yazıyor, sesli rehber de mevcut değil. Dil
seçenekleri var ama Türkçe olmadığı için pek de değişen bir şey yok, telefondan
bakacağınıza duvarda yazılanı okumak daha mantıklı.
Sihirli Flüt operasının '91 Brüksel temsilinden bi sahnenin dekoru |
En üst kattaki turlarını bitirenler için bilgisayar odası gibi bir şey var, isteyenler gidip belirli eserleri dinleyip eser hakkında derin ve ayrıntılı bilgi alabiliyor. Ayrıca bi katı da Mozart ve Opera olarak isimlendirip Mozart'ın operalarıdan çeşitli sahnelerin maketlerini, afişlerini, dekor örneklerini koymuşlar, dilerseniz kısa videolardan da bilgi alabiliyorsunuz. Müzeden çıkmadan son uğradığınız durakta da 18. yüzyılın Salzburg'unun gelenekleri, yaşam tarzı vb konularda bilgi alıp en sonda orjinale en yakın şekilde döşendiği söylenen odayı görebilirsiniz.
Çıktığımda dönüş trenime yaklaşık 3-4 saat vardı. Amacım da belli başlı tarihi kiliseleri görüp, şehir manzarasını görebileceğim Hohensalzburg kalesine çıkıp en son bi cafede apfelstrudel yemekti. Fakat bütün gün neredeyse hiç oturmadığım ve toplu taşıma kullanmadığım için daha fazla yürümeye mecalim kalmadı, zamanım da kısıtlı olduğu için bi yerlerde oturma fikrimi gerçekleştiremedim.
Hangi kiliseden olduğunu hatırlayamadığım tavan detayı |
Salzburg katedrali, St. Peter's kilisesi ve Franciscan kilisesine gittikten sonra ufak bi kaç hediyelik alıp-çok geç kalmamak gerekiyor, 6-7den sonra her yer kapalı- kaleye çıkmaya başladım.
Epey gittikten sonra fark ettim ki kaleye giriş ücretli ve müzeyi de kapsıyor. Yeterli zamanım olmadığı için tepeye çıkmaktan vazgeçtim ve yavaş yavaş aynı yoldan geriye dönüp Salzburg'da ilk uğradığım yer olan Mirabell bahçelerine geldim. Daha fazla yürümeye mecalim olmadığı için mecburen otobüse binip tren istasyonuna geldim.
Tepeye çıkamamış olsam da kaleden Salzburg manzarası |
Trende de geçirdiğim günü düşünüp notlar alırken Salzburg için yalnızca bir gün ayırmakla hata ettiğimi fark ettim. Kesinlikle en az 2 günü hak eden bir şehir-ki eğer booking.com ile bi kaç hafta önce yaşadığım talihsizlik olmasaydı bir gece konaklamayı düşünüyordum. Fiziksel yorgunluğuma rağmen "ölmeden önce yapılacaklar" listemden bi kaç şeyi daha çıkarmanın huzuruyla müzik dinleyip blog yazımın taslağına devam ederek tren yolculuğumu tamamladım.
Bratislava hayal kırıklığımın ardından Salzburg beni tam anlamıyla tatmin eden bir şehir oldu. Bu yazının bi başlangıç olmasını ve Viyana'daki diğer müzelerden izlenimlerimi yazmaya devam etmeyi umuyorum,
Sevgilerle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder