16 Ekim 2016 Pazar

Viyana Tıp Üniversitesi Koleksiyonları

Viyana'dan dönüşümün üzerinden neredeyse 3 hafta geçmiş olmasına rağmen bu gönderiyi anca tamamlayabildiğim için bi miktar üzgünüm fakat gelir gelmez okula başladığım için tahmin edersiniz ki benim için zor oldu. Peki yazıyı neden Viyana'da tamamlamadım? Çünkü gezilerim parça parçaydı yani bi gün tıp müzesine gittiysem ertesi gün sanat tarihine, bi sonraki gün tamamen farklı bir şeye gittim. Ve malesef özellikle ilk gittiklerimde çok fazla not almadım. O sebeple parçaları birleştirmekle zorlanıyordum, erteledikçe erteledim... Sonradan yazıları da gruplayarak yazmak istedim, yani şimdi okuyacağınız yazıdaki müzeler farklı günlerde gezildi.

Bu yazının özellikle tıp/diş hekimliği/sağlıkla ilgili herhangi bi bölümde okumuş ya da ilgisi olanların dikkatini çekeceğini sanıyorum çünkü Viyana Tıp Üniversitesi bünyesindeki 3 müzeyi yazdım. Josephinum-Tıp tarihi müzesi, Diş Hekimliği Müzesi ve Narrenturm-psikiyatri/patoloji müzesi. Aslında Josephinum bünyesinde ayrı olarak anestezi, endoskopi, adli tip, etnik tıp koleksiyonları olsa da şu anda ziyarete kapalı oldukları için gidemedik.
Lafı çok da uzatmadan ilkinden başlayayım: Josephinum.

Josephinum, 1785 yılında dönemin imparatoru 2. Franz Joseph’in emriyle yaptırılan askeri tıp akademisi, sonradan tıp fakültesine dönüştürülüyor ve yaklaşık 200 senedir de aynen bu halde. Konum olarak da şu an Viyana Tıp Üniversitesi’nin yerleşkesi içinde bulunuyor. Hatta bizim fakültenin hemen yanında olduğu için bu tarz şeylerle ilgilenen çalışma arkadaşlarımdan biriyle birlikte iş çıkışında müzeyi ziyaret ettik. Pek erken bi saatte çıkmamıştık ama Çarsamba günleri 8’e kadar açık olduğunu bildiğimiz için özellikle bugünü seçtik. Fakat rehber eşliğinde tura katılmak isterseniz belirli günlerde katılabiliyorsunuz. İngilizce rehberli tur ise sadece Cumartesi 11:00’da. Bu arada, girişte isterseniz bi katalog alıp hangi örneğin hangi kasa/kemiğe ait olduğunu görebilirsiniz-İngilizce katalog yoktu ama Almancasını alıp Latincelerinden çıkarabilirsiniz.








Tabi üniversite yaklaşık 250 yıllık tarihi geçmişinin farkında olduğu için güzelce korumuş ve müze haline getirmiş burayı. Neoklasik tarzda inşa edilmiş bu binanın bahçesinde bir de Bergama’dan da aşina olduğumuz tıp tanrısı Asklepios’un kızı sağlık/temizlik tanrıçası Hygieia’nın heykeli var.










Franz Joseph II sadece burayı inşa ettirmekle kalmamış, zamanında yapılan kongrelere de katılmış.

O zamanin kongrelerinden













Aynı zamanda o dönemde İtalyan üniversiteleri ve Prag başta olmak üzere Avrupa’nın bir çok yerinden tıp eğitimiyle ilgili doküman, kitaplar, mum modeller getirtmiş. Özellikle bu mum modeller müzenin en önemli par
çaları. Derslerde anatomi laboratuvarında maketlerde gördüğümüz her ne varsa o zamanlarda bal mumundan yapılıp renklendirilmiş. Tabi ki bi diş hekimliği öğrencisi olarak benim ilk dikkatimi çekenler baş-boyun modelleri oluyor. Dişler konusunda pek başarılı olduklarını söyleyemem, gerçi 2016‘da çalıştığımız modellerde bile yanlış dizayn edilmiş olanlar olduğunu düşününce 200 sene öncesinden böyle bi hatayı mahzur görmek gerek.




Mum modellerin olduğu salonu gezdiğimizde epey şaşırdık. Önceden baktığımız kadarıyla müzeyi daha büyük sanıyorduk ama malesef değil. Ayrıca Ağustos ayında tatilde oldukları için bir odaları da kapalıymış. Dönem dönem farklı konseptlerde sergiler oluyormuş. Biz oftalmoloji sergisine denk geldik ve sandığımızın aksine müzenin yarısı bu amaç için ayrılmış. Eski zamanlardan modern döneme kadar göz cerrahisinde kullanılan aletler, çeşitli tedavi araç gereçleri, gözlükler, kitaplar vb. dokümanlarla oftalmoloji biliminin, cerrahi yöntemlerin zaman içindeki değişimini görebilirsiniz.

Fakat en çok dikkatimi çeken şey okulun 200 sene önceki halinin maketi oldu. Resmen şimdikinin aynısı... Kimi binalar restore edilmiş, kimisi yıkılmış yeniden yapılmış ama yerleşke bozulmamış. Diş hekimliğinin kendi binası modern mimari olsa da eski maketten kendi laboratuvarımızın birebir yerini bulabildik. İmrenmemek elde değil, keşke biz de kendi binalarımızı, tarihimizi koruyabilseymişiz...



İkinci durağım-ve Viyana'da gittiğim müzeler içinde belki de en çok ilgimi çeken- Diş Hekimliği Müzesi. Rehberli tur istediğimiz için gitmeden önce ziyaret etmek istediğimize dair mail atıp randevu almıştık. Çok güleryüzlü ve canayakın bi görevli karşıladı bizi, ufak turumuza başladık.

Diş hekimliği tarihi için önemli Avusturyalı bilim insanlarına yer verilmiş, aslında tüm hikaye Carabelli'yle başlıyor. Diş hekimliği okuyan arkadaşlar şu an "aaaa Carabelli" diyorlar, duyar gibiyim. Evet, birinci molar dişin mesiopalatinal cuspına adını veren Carabelli'nin ta kendisi.
Eskiden dişçilik denen meslek tıp doktorlarının bulaşmadığı, berberlerin icra ettiği bir meslekmiş. Hatta bi kaç eski çizimi gösterdiler, birisi diş çekerken başka birisi hasta hissettiği acıyı unutsun diye türlü hokkabazlıklar yaparmış. Bu şekilde "ayağa düşmüş" bi meslekle de tıp doktorları uğraşmamış.
Fakat Carabelli ile tüm bu bilinen düzen bozulmuş. Esasen bir "dişçi"(diş hekimi demiyorum) olan Carabelli yukarıda anlattığım Josephinum'da cerrahi okumuş, sonrasında ağız ve çene üzerine çalışmalarıyla imparatorun gözüne girmiş ve sarayın dişçisi olmuş. İlk defa bir dişçi üniversitede teorik dersler vermeye başlamış ve böylece "dişçilik" mesleği diğer tıp branşları arasında kendine yer edinmeye başlamış.
Sonrasında Carabelli kendine bir asistan araken tıp eğitimi almış Moriz Heider karşısına çıkıyor. Heider ilk başlarda pek istekli olmasa da sonradan çok büyük işlere imza atıyor. Bugün Avusturya Oral&Maksilofasiyal Cerrahi Derneği olarak bilinen Avusturya Diş Hekimleri Birliği'ni kuruyor, histoloji/patoloji alanında Carl Wedl ile çalışıp dişlerin histopatolojisi üzerine o zamanki ilk yayınları yapıyorlar. O kadar ses getirecek bir şey ki çevirisi yapılıp Amerika'daki bilimsel dergilerde bile yayınlanıyor bu makaleler. 19. yüzyılın başlarını düşününce akıl almaz bi başarı... Sadece bu da değil, Münih'ten bi fizik profesörüyle birlikte çalışıp simdi endodontide kullandığımız sistemlerin ve cerrahide koterin çıkış noktası olan elektrocerrahi yöntemlerini buluyor. O dönemde orta Avrupa'da ilk altın dolguları da yine kendisi yapıyor.
Ve tabi ki müzede okulun klinik bilimlerine adını veren Bernhard Gottlieb köşesi var.

Hemen sonra gelen ise orjinaline uygun döşenmeye çalışılmış 1870lerden bir muaynane. Böyle demek de yanlış aslında, çünkü o tarihlerde muaynane diye bir kavram da yok. "Dişçiler" evlerinin bir odasını da bu islere ayırıyorlarmış. Önlük/üniforma giymek zaten yok. Fark ettiyseniz odada çeşme yok çünkü iki hasta arasında el yıkama gibi bi huy da yok :)


Bi sonraki odadaysa çeşitli tarihlerden koltuklar, cerrahi aletler var. İlginç bi detay da Sigmund Freud'un zamanında bukkal mukoza karsinomuna yakalanmış olması. O dönemlerde Freud da Pichler de Viyana Universitesi'nde profesor ve Pichler Freud'a 14 sene boyunca tam 32 defa cerrahi müdahalede bulunmuş.


"Son teknoloji" röntgen cihazları 









Bir diğer odada da periapikal çekmeye yarayan ilk röntgen cihazları var. Tabi bu eski cihazla röntgen çekmek tam 7 dakika sürüyormuş(hasta kıpırdarsa en baştan...).












Teknisyen masası


Fakat edindiğim belki de en ilginç bilgi yüz çene cerrahisinin 1. Dünya Savaşı ile birlikte geliştiği. Askerler siperlerde savaştıkları için gelen kursunlar da yüz bölgesine isabet ediyor. Bu süreçte maksillofasiyal cerrahlardan biri tek tek tedavi etti hastaların iznini alıp onların balmumundan yüz modellerini çıkarıyor(mulaj deniyor). Kimisinin tedavi öncesi/sonrası hali bile var.


En son odada ise antropolojinin diş hekimliğine uygulamaları anlatılmış. Fil, maymun, hipopotam, köpek balığı gibi türlü türlü hayvanın dişleriyle birlikte kafa iskeletleri var. Tabi merak edip dental antropoloji dersi veriliyor mu diye soruyorum, daha çok antropoloji öğrencilerine veriliyormuş ama diş hekimliği açısından çok ele alınmıyor diyor ve bi kaç kaynak öneriyor. Öyle bi ders alabilmeyi çok isterdim doğrusu...

Turumuz bittiğinde sadece vauvv diyebiliyorum. Çok buyuk bi müze olmamasına rağmen ilk defa bi diş hekimliği müzesi ziyaretimdi. 3 senedir hayatımın her alanında, gecesinde gündüzünde diş hekimliği olduğu ve olmaya devam edeceği düşünülürse etkilenmem normal sanırım.

Laboratuvarımızdan Narrenturm manzarası



Ve son müze de ilk günden beri önünden geçtiğim, pencereden bakınca gördüğüm, laboratuvarımızın karşısındaki psikiyatri/patoloji müzesi-Narrenturm(Tıp Üniversitesi'nin yanında olsa da müze Doğa Tarihi müzesinine bağlı, nedenini ben de bilmiyorum). 18. yüzyılın ilk psikiyatri enstitüsü olan bu binaya "Fool's Tower" diyorlarmış. Ayın akıl hastaları üzerinde pozitifi etki yaptığını düşündükleri için binaya 299(ay takvimine göre bir yıldaki gün sayısı) oda yapmışlar. Ayın güneş etrafındaki yörüngesini anımsatacak şekilde binanın mimarisi de silindirik.










Sonradan hastane olarak kullanıma kapanınca  uzun bir süre hemşirelik öğrencilerinin yurdu olarak kullanılmış. 23 yıl öncesine kadar da bazı hocaların ofisleri bu binadaymış, tabi müze yapılmaya karar verilince ofisleri taşımışlar.







Gezerken sağlı sollu bir çok mulaj görüyorsunuz. Zamanında var olan patolojiler unutulmasın, eğitim amaçlı anlatılabilsin diye bu mulajları yapmışlar. Epey de başarılı olmuş. Bebek bezi/dışkı mulajlarından deri hastalıklarıyla ilgili mulajlara kadar bir çok örnek var.


Odalara gelirsek, 2 hasta bir odayı paylaşacak şekilde kullanılıyormuş. Soğuk havanın akıl hastalıklarına iyi geleceğini düşündükleri için odalara pencere takmamışlar. Viyana'nın soğuğunu düşününce eski hastalar için bayağı üzüldüm doğrusu... Sadece soğuk da değil, o zamanlar örnek olacak benzer bir hastane olmadığı için muhtemelen acımasız yöntemler kullanmışlardır. Fakat en garibime giden şey 1942'de tedavisi bulunmadan önce tüberküloz hastalarının akciğerlerinin amalgamla doldurulması oldu-tabi hastalar tüberkülozdan değil civa zehirlenmesinden ölüyorlarmış. Şu an diş dolgusu yaparken bile toksisitesi tartışmalı olan bi materyali alıp ciğerlere enjekte etmek o zamanlar için ne kadar da normal... Kim bilir 70 sene sonra bizim yaptığımız tedaviler hakkında ne diyecekler :)

Sevgilerle...


NOT 1: Fotoğraf çekmeye izin verilmeyen bölümlerin fotoğraflarını müzelerin kendi sitelerinde olanlardan aldım.

NOT 2: Yazının taslağını haftalar önce Viyana'da oluşturduğum için-defalarca kontrol etmeme rağmen- fiillerde zaman çekim hataları ve Almanca klavyeden kaynaklı Türkçe karaktere çevirmeyi unuttuğum yerler varsa görmezden gelin.